28 Aralık 2014 Pazar

Güle Güle 2014

Bir yılı daha geride bırakırken İK olarak oldukça yoğun bir döneme giriyoruz. Çalışanların kapımızı daha sık aşındırdığı yıl sonu geldi çattı. Ücret artışları ve performans değerlendirmeleri bu döneme damgasını vururken bizi de oldukça yoracak.

Çalışanları değerlendirmeden önce İK olarak kendimize bakalım diyorum. 2014'te neler yaptık, ekibimizdekilere ve iş yerine neler kattık? Çalışmalarımız faydalı oldu mu? Hangi noktaları düzeltmeliyiz ve yeni yılda daha verimli bir çalışma ortamını nasıl yaratabiliriz?

İK'nın karnesi biraz da performans değerlendirmelerden sonra belirleniyor olacak. Geçen yıla göre bireysel performanslarda artış olduysa, pozisyonları doğru çalışanlarla kapattıysak, bağlılığı artırabildiysek biz de başarılıyız demektir. Ama ya biz uğraştıysak da şartlar el vermediyse?

                               

İK'nın stratejik ortaklığı sürekli gündemde ama hala yönetimden yeterli desteği alabildiğine çok fazla inanmıyorum. Hizmet veren bir departman ve şirkete maddi anlamda bir getirisi yok gibi görünüyor. Oysa getirilerin artışında 'kaynak' oluşturuyor olması zaten stratejik değerini gösteriyor.

Organizasyonel büyüme dışında, boşalan pozisyonları doldurmak oldukça büyük bir maliyetken işverenin hala 'Dışarıda bir sürü işsiz var, giden gitsin!' anlayışının hüküm sürdüğü şirketler ne yazık ki halen mevcut. Onların bu bakış açılarını değiştirmekse daha yıllar alacak gibi görünüyor. Az ücrete yüksek performanslı çalışan arayanlar, içerideki know-how sahiplerine neden sahip çıkmazlar diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.

                                              

Bir şirketin tüm faaliyetlerini sürdürebilmesi oradaki insanların var olmasıyla mümkün. Yani 'kaynağımız insan'. Öyleyse onlara da önemli olduklarını hissettirmemiz gerekiyor ki istediğimiz verimi alabilelim. İşi sahiplenmelerini ancak değerli hissettirerek sağlayabiliriz, üstlerindeki baskıyı artırarak değil. İnsanların maddi ihtiyaç ve zorluklarını kullanarak belki onları çalıştırabiliriz, evet bunu yapabiliriz. Fakat bu şekilde onları mesai saati bitimini bekleyen sabit programlı robotlara dönüştürmüş oluruz, gelişen ve katkıyı arttıran bireylere değil.

Tüm medeni imkanları çalışanlarınıza sundunuz ama beklediğiniz performansı göremiyor musunuz? O noktadan sonra işi insan kaynaklarına bırakın. Eli güçlü olduktan sonra İK'nın da performansının arttığını göreceksiniz.

Bu tip çağ dışı uygulamaların 2014 ile birlikte geride kalmasını diliyorum. 2015 ülkemiz ve iş dünyası için mutlu ve bol verimli çalışanlarla dolu bir yer olsun. İlerlemeyelim, koşalım. Artık bazı faydasız yaklaşımları geçmişte bırakalım.

Tüm meslektaşlarıma kolaylıkla atlatabilecekleri bir yıl sonu diliyorum.

                                      


14 Aralık 2014 Pazar

Neyi Yönetiyoruz?



Geçmiş dönemlerde yönetici olmak büyük tecrübeler gerektirirdi. Çalışanlar 10 ve belki daha üzeri yıllar sonrasında edindikleri tecrübelerle işin en ufak detayına kadar hakim olduktan sonra hem işi hem ekibi yönetebilecekleri pozisyonlara getiriliyorlardı. Şimdi ise henüz yeni mezun olmuş olanların bile yönetici unvanıyla iş hayatında boy gösterdiklerini görebiliyoruz.

Öncelikle işi yönetmekle ekip yönetmenin ayrı şeyler olduğunu bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir tarafta işin belli bir alanının verdiği sorumlulukla işin yöneticisi sayılabilecekleri için yönetici olan çalışanlar, bir yanda da ekip yönlendirme, verimli stratejiler geliştirme ve gerçek anlamda bir lider olabilme yetkinliklerine sahip yöneticiler var.


Bu unvan karmaşası biraz da değişen organizasyonel yapılar ve yeni kuşak çalışanların beklentileri doğrultusunda gerçekleşiyor. Yetenekleri çekmek ya da kaybetmemek adına kısa zamanda kendilerine yönetici unvanı verebiliyoruz ve bunun sonucu olarak deneyimi çok az olan adayların bile yöneticilik pozisyonlarından başka iş fırsatlarını değerlendirmediklerini görebiliyoruz. Doğal olarak ücret beklentileri de yetkinliklerini oldukça aşacak derecede yükselebiliyor. Adaylar o dönemde işsiz oldukları halde aslında yetenek ve deneyimlerine uygun bir iş imkanını değerlendirmeyi reddedebiliyorlar.

Bu noktada aklıma ilk gelen üniversitedeki sevgili hocam Profesör Doktor Tekin Akgeyik'in derslerinde bize aktardıkları oluyor. Halk arasında ' Bu kadar işsiz insan varken nasıl oluyor da işsizlik oranı bu kadar düşük çıkıyor? ' muhabbetini hepimiz duymuşuzdur. Bir kişinin işsiz olabilmesi için iş arıyor olması ve piyasada o iş gücüne uygun pozisyon olmaması gerekir. Yani iş görüşmeleri sonucunda işe davet edilen ancak ücretin beklentisinin bir miktar altında olduğu için bu teklifi reddeden kişi işsiz değildir. Bu bilgiyi hala doğru hatırlayabiliyorsam, değerli hocama derin saygı ve selamlarımı iletiyorum.

Kariyer yolunda sağlam adımlarla ilerlemeyi mütevazi bir şekilde benimseyen tüm çalışanlara iş hayatında bol başarı dileklerimle.